Bu seneki tatilim kışa denk geldi. Aslında bir anlamda bu
sene yazım kışa döndü. Neyse ki bana her mevsim bayram. Prag – Viyana –
Bratislava – Budapeşte beni bekler dedim, çıktım yola 13 Aralık 2015’te.
Prag
Hep söylediğim gibi: Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan
mısınız?
Çekoslovakya şimdiki Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’nın
oluşturduğu bir federasyon olarak Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun I.
Dünya Savaşı’nda yenilmesinin ardından kurulmuş. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi
Almanya’sının işgalinde kalmış. (bu kısım çok fena aslındaL)
Savaş sonrasında ise Sovyetler Birliği’nin himayesinde doğu bloku ülkelerinden
biri olarak varlığını sürdürmüş. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber 1
Ocak 1993’te ise Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrılarak bugünkü
sınırlarına ulaşmış. 1999’da NATO’ya, 2004’te Avrupa Birliği’ne katılmış.1,2
Hem geçmişteki Çekoslavakya’nın hem de günümüzün Çek
Cumhuriyeti’nin başkenti Prag, şimdilerde Schengen vizesiyle yılın her
mevsiminde bolca turist kabul ediyor. Ben de davete icabet ettim haliyle.
Barok var dediler
geldik!
Prag’da Barok mimarinin gösterişi, lüksü ve Gotik mimarinin
kuleleri, vitrayı çok etkileyiciydi. Kuleli, kubbeli, bombeli, yer yer altın
varaklı taş yapılar, heykeller, kiliseler, binalar beni benden aldı. UNESCO
dünya kültür mirası listesindeki bu masalsı şehrin bana yine aynı listedeki gözümün
nuru Mostar’ı anımsatması da ayrı bir sürpriz oldu.
Şehirde ilk gördüğüm yer Prag kalesiydi. Kale içindeki Aziz
Vitüs Katedrali de gayet etkileyiciydi. Gezilecek görülecek yerleri gösteren
turistik şehir haritamla arşınlamadık sokak bırakmadım: old city, astrolojik
saat, envai çeşit müze (bal mumu, çikolata vb.) Charles köprüsü, nehir kenarı,
noel pazarı, ulusal müze, Cafe Slavia, Franz Kafka müzesi… Kilise demişken, Çek
Cumhuriyeti’nde kiliseler akşamları klasik müzik konserlerine ev sahipliği
yapıyor, Prag’da her canlı klasik müziği tadıyordu.
Kuklalar
Çek kukla sanatının örneklerine ilk olarak Astronomik Saatin
üzerinde rastladım. Her saat başı kuklalar hareket ediyor ve biz fani
turistlere güzelliğin, gücün geçici olduğunu herkesin sonunun ölüm olduğunu
anlatıyordu.
Old city’de meydanda kurulan Christmas pazarındaki büyük
yılbaşı ağacının dolaylarında tarçınlı karanfilli sıcak şarap eşliğinde günler
günleri kovalıyordu. Günlerden bir gün dar sokaklarda minik dükkanlara gire
çıka adeta bir kar tanesi gibi savruluyordum ki o tatlı oyuncakçı dükkanına
rastladım. İçerdeki kuklaları incelerken harikalar diyarındaymışım gibi mutluydum.
Charlie Chaplin, Pamuk Prenses, Spiderman, krallar, soytarılar, prensler,
prensesler ve daha niceleri… O dükkan bizde olsa acaba hangi karakterlerin
kuklaları olurdu diye düşünmeden edemedim. O kadar karakter var. Benim aklıma
gele gele Fahriye Abla geliyordu. Fahriye Ablayı da tanımam bilmem hâlbuki.
Güzel bir komşu olduğu bilgisi dışında malumatım yok. Sokağa kendimi yeniden
attığımda bu düşler de ufak ufak dağıldı.
Nazım Hikmet ve Franz Kafka
Tatilden önce Youtube’dan izlediğim Kentler ve Gölgeler programının Prag bölümünde Derya Alabora, Franz Kafka’nın izlerinden şehri anlatıyordu. Boğuk, puslu, kasvetli, küçük bu şehirde, babasının otoritesi altında ezilen Franz Kafka’nın psikolojisinin bir sabah devcileyin bir böceğe dönüşecek kadar bozulduğundan bahsediyordu. Programın sonu ise Nazım Hikmet’ten bir şiirle kapanıyordu. Oldum olası bu iki adam beni çok etkiler. Aynı şehirden geçmiş olmaları ve dahası benim de onların şehrinden geçmiş olmam ne kadar büyük bir tesadüf. Cafe Slavia’da Nazım’ın fotoğrafına bakarak kahvemi yudumlarken aklımdan o meşhur şiir geçti. Ne güzel anlatmış Nazım Prag’ı:
Pırağ’da
bir yandan ağarıyor ortalık
Bir
yandan da kar yağıyor
Sulu
sepken
Kurşuni
Pırağ’da
ağır ağır aydınlanıyor barok;
Huzursuz,
uzak
Ve
yaldızlarında kararmış keder.
Ölen
bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benziyor.
Dördüncü
Şarl Köprüsünde heykeller
Gezime eşlik eden canım teyzeme çok teşekkür ederim.
Şimdi fotoğraflar:
Kaynaklar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder