Balkanlar sevdamın sönmemiş olması, Balkanlar rotamın
tamamlanmamış olması, vizesiz gidebilme lüksü, 4 günlük Bayram tatilini
geçirmek için ideal bir yer olması, arkadaşımın anne tarafından Boşnak olması
ve memleketini merak etmesi, Osmanlı ve Yugoslav izlerinin cazibesi, “cevapi ya
da cevapcici” dedikleri köfteyi ve közlenmiş kırmızı biberden yapılan “ajvar”ı yeniden
yemek arzusu, Mostar köprüsü romantizmi, 1990’larda Avrupa’nın göbeğinde akıl almaz
insanlık suçlarına maruz kalmasının derin hüznü ve güzel Saraybosna’nın güzel
insanlarıyla tanışmak isteği beni Saraybosna’ya götürdü.
Mostar Köprüsünden |
Kuşbakışı Sarajevo |
Balkanlardan Gelen
Soğuk Hava Dalgası
Sabah havaalanında tanıştım Saraybosna’nın Balkancasıyla
Sarajevo… Yeni bir kelimeye alışmaya çalışırken birden çılgına döndürdü
kafamdaki bir deli soru beni. Hava Ekim’de tabi ki soğuktur da acaba 55
Fahrenheit kaç Celcius’tur? Celcius eşittir Fahrenheit eksi otuz iki bölü bir
nokta sekiz. Sarajevo’da bulutlu ve 13 derecelik bir hava karşıladı bizi. Eee
tabi karşılama komitesi bu kadar değildi. Kiraladığımız apartman dairesinin
sahibi ve minik oğlu Adrian bizi havaalanından alıp güzel arabalarıyla ünlü Başçarşija’nın
göbeğindeki 4 gecelik yeni evimize, ApartmentsProtin Sokak’a götürdü. Böylece bir Balkan seyahatine daha prensese
bağlayarak başlamış olduk.
55 F = 13 C |
Ev sahibinden aldığımız malumat doğrultusunda üst
komşularımızın da Türkiye’den geldiğini öğrendik. Yine Balkanlar yine Bayram
yine Türkler… Balkanlarda bir bayram klasiğiyle bir kez daha karşı karşıyaydık
işte. Bu bilgiyi bir kenara not ederek şehirde gezmek için kendimizi sokağa
attık. Yoldan gelmiştik açtık, bir şeyler yememiz gerekiyordu. Önceden
edindiğimiz tavsiyeler doğrultusunda Dveri
isimli lokantayı aramaya koyulduk. Ama arayamadık. Çünkü restoran hemen evimizin
kapısının sol çaprazından bize bakıyordu. İçerisi harika döşenmişti ve
söylediğimiz her yemek çok ama çok ama çok lezzetliydi. Ekmek istediğimizde
gelen sıcacık ev yapımı poğaça kendimizden geçmemize neden oldu. Bu güzel yemek,
güzel ev yapımı kırmızı şarap eşliğinde anılarda yerini aldı.
Güveç ile bir tür şinitzel |
Ferhadiye caddesinde öyle bir nokta vardı ki sol tarafı
minik bir parkın içerisinde satranç oynama alanına, sağ tarafı ise Srebrenica
sergisine bağlanıyordu. İlk günümüzdü, satranç bizi kendine çekti. 10-15 amca yerdeki
bir satrancın başında, filleri, piyonları kucaklayarak sırayla ve büyük
ciddiyetle oyun oynuyorlardı. Bir süre onların hevesini, kafa karışıklıklarını,
heyecanını izlemek suretiyle şehrin ruhunu damla damla içimize çektik.
Üşüyüp girdiğimiz bir kafede yine bir Balkan klasiği koca
bir sigara dumanı bulutu karşıladı bizi. Dumanları savuşturunca, sesleri de
ayırt etmeye başladık, bir de ne görelim, kafe silme Türk dolu. Mekanın
kalabalıklığı Türk tur grubundan kaynaklanıyormuş. Bir adım dahi atmaya
mecalimiz olmadığından mecbur oturduk. Menüde hem Türk kahvesi hem de Boşnak
kahvesi vardı. Günün anlam ve önemine uygun olsun diye “Bosna kahva” söyledik.
Bir minik bakır cezve, bir fincan ve bir kap kırtlama şeker eşliğinde yapılan
sunum çok etkileyiciydi. Bir cezveden yaklaşık iki fincan kahve çıkması da
ayrıca mutlu etti beni. Üzerimize sinen sigara kokusu ve ağızlarda kalan hoş
kahve tadıyla oradan ayrıldık. Burada bir not düşmek isterim: “Bosna Kahva” fal
bakımına uygun değildir zira fincanı kapatabileceğiniz bir fincan altı yoktur.
Bayram sabahına uyandık, Ajvar, zeytin, yumurta, peynir,
ekmek ve % 100 doğal greyfurt suyu eşliğinde harika bir kahvaltının ardından
biraz muzırlık yapmak üzere Türk üst komşularımıza bir bayram notu yazmaya
karar verdik. “Geldik bulamadık, iyi bayramlar…” konulu notumuza cevap gelecek
miydi? Komşularımız kimlerdi? Komşulara yakalanmadan notu kapılarına bıraktık
ve kaçtık.
Bayram Notu |
Dışarısı festival tadındaydı, inanamadık. On beşinden
doksanına kadar tüm erkekler takım elbiseliydi, kadınlar ise ölümüne
bakımlıydı. Tüm Boşnaklar bayramlıklarıyla sabahın erken saatinden itibaren
sokaklarda gezmeye başlamıştı. Adeta şehirde büyük bir balo vardı.
Bayramın ilk günü ne yapılırsa biz de öyle yaptık. Şehirdeki
tüm mezarlıkları ziyaret ettik. Çok dokunaklıydı. Hem kavuklu eski Osmanlı
mezar taşları vardı hem de yenileri. Yenisiyle eskisiyle tüm Bosnalılar beraber
koyun koyuna yatıyordu. Bosna’nın babası, en muhterem devlet başkanı Aliya
İzzetbegoviç’in mezarında karşılaştığımız dede bu kasvetli, üzüntülü havayı
biraz olsun dağıttı. Türkçe konuştuğumuzu duyunca yaklaştı, nereden geldiğimizi
sordu ve sonra bizi hiç dinlemedi. Başladı anlatmaya, İstanbul - Antalya süper!
Tatil süper! Sarajevo çok iyi! Bayram şerif mübarek olsun dileklerimizi
karşılıklı ileterek canım dedemle bir şekilde vedalaşmayı başardık.
Sokaklarda az daha dolaştıktan sonra bir parça dinlenmek
üzere evimize doğru yola koyulduk. Evde Balkan müzikleri eşliğinde çekirdek
çitlerken birden kapı çaldı. Göz göze geldik arkadaşımla, anladık ki sabahki
bayram notu bir şekilde bize dönmüştü. Neyle karşılaşacağımızı bilemiyorduk ama
en paçoz halimizde olduğumuz kesindi. Pijama terlik stayla kapıya yöneldik.
Kimdi gelen? Biscolata? Eğer öyle ise pijamalarla hiç şansımız kalmamıştı.
Umutlar, hayaller heyecanlar bir anda yarım kalduı. Kapıda iki kız çipil çipil
bize bakıyordu çünkü. Biz ne kadar şaşkınsak ve karışıksak onlar da bir o
kadar mutlu ve netti. Notumuza çok sevinmişler. Biz de onların sevindiğine
sevindik, şaşkınlığımızı attıktan sonra tabi ki. Bu bayram gününde gurbet
ellerde iki Türk ekip tanıştık bayramlaştık. Komşuluk ölmemiş işte…
Bu kez yol bizi Ferhadiye caddesinin sağ tarafından Srebrenica
sergisine götürdü. Sergi alanında izlediğimiz belgesel tüyler ürperticiydi.
Srebrenica katliamını, hiç dinlememiştim daha önce. Sayılar, istatistikler söz
konusu değildi artık. Sesler kalbime dokunuyordu, gözler içime işliyordu,
hikayeler canımı acıtıyordu. Oğula, kocaya, eşe söylenen son sözler, son
bakışlar, son sarılmalar ve de hiç dillenememiş haykırışlar, isyanlar...
Duvarlardaki fotoğraflara ancak göz ucuyla bakabildim. Bir an önce oradan
kaçmak istedim. Sergiden çıkarken başka biriydim sanki. “Unutma!” yazıyordu
fotoğrafların birinde. Artık aklımda bir soru daha vardı. Unutmak mı yoksa
unutmamak mı daha iyi?
Mostar
Bosna demek biraz Sarajevo en çok da Mostar demek. Mostar
gözümün ışığı, ruhumun canı, kalbimin ağrısı… Yıllardır aşkla gitmeyi düşlediğim
Mostar yalnızca iki buçuk saat uzağımdaydı. Otobüse bindiğimiz gibi Mostar’ın
yolunu tuttuk. Yine kuşlar ağaçlar, yemyeşil dereler, ovalar, tepeler, bin bir renkli
doğa eşlik etti bize yol boyunca. Mostar ise tam bir efsaneydi. Tüm
hücrelerimde hissettim Mostar’ı. Köprünün taşları, taş sokaklar, taş evler,
nehrin suları sarıp sarmaladı beni. Köprüden atlayan adamıyla, tablo satan
esnafıyla, dantel ören kadınlarıyla, köftesiyle, birasıyla, dokusuyla,
rengiyle, nehriyle, kutu gibi evleriyle, hüznüyle, vakurluğuyla, asaletiyle yine
geleceksin buraya diye kulağıma fısıldadı. Dönmek istemedik ama mecburduk. Çok
karışık duygularla, daha gitmeden özlemle ayrıldık Mostar’dan.
Yol boyu uyumuşuz. Muavin bizi uyandırdığında otobüste
kimsecikler yoktu. O an yıkıldık. Uyku sersemi muavine sordum amca bura
Sarajevo, öyle değil mi? Adam dedi Tuzla. Şaka mı bu dedim. Amca hiç de şaka
yapar gibi değildi. O kadar yorgundum ki Tuzla’da bir otel bulup uyumak acil
durum planlarım arasında en parlak olanıydı. Ya da canımızı dişimize takıp
tekrar Sarajevo’ya gitmenin bir yolunu bulacaktık. Gayet üzgün bir şekilde
montları giyip eşyalarımızı toparlarken amca kahkahayı koyverdi. Dedi bura
Sarajevo. Amca dedim Allah da seni bildiği gibi yapsın. Önce eşeği kaybettik
sonra bulduk. Böylece hem ayıldık hem de halimize şükrettik. Hemen tramvay
durağına gidip Başçarşija tramvayını beklemeye koyulduk. Bir anne ile 5
yaşlarındaki kızı da bizimleydi. Küçük kız başladı bize gülmeye. Ama teker
teker gelin yahu. Bizim de sinirler gevşedi haliyle. Son yorgunluk izlerini de
küçük kızın kahkahasıyla silmiş olduk. Mutlu mesut evimize döndük.
Tam bir sene önce Makedonya’ya giderken yolda kaldığımızda
Tiran’da tanıştığımız, beraber araba kiraladığımız, bizden yardımlarını
esirgemeyen centilmen Türk arkadaşlarla Bosna’da yeniden karşılaştık.
Türkiye’de hiç görüşemezken yollarımız bir günlüğüne de olsa yine Balkanlar’da
kesişmişti. Onlar da bayram tatili için Sarajevo’yu tercih etmişler. Bu sefer
önceden haberleştik. Sabah kahvaltısı için Bürekçide buluştuk. Sarajevo
müzesine ve Ferdinand’ın vurulduğu Latin köprüsüne gittik. Oradan da doğruca
savaş sırasında hayatta kalmak için gizlendikleri, gıda yardımı alabildikleri ve güvenli bölgeye gitmenin
tek yolu olan savaş tünellerini ziyaret etmek için Ilıca’nın yolunu tuttuk. Tramvayla
Ilıca’ya vardıktan sonra taksiyle Savaş Tünelleri’ne gittik. Yine bir miktar
hüzün ve yine çeşitli sorular benimleydi. Tünel’den ayrılırken Ilıca’ya gitmek
için debelenirken bir abiyle tanıştık. Bosna savaşı sırasında yemek ve cephane
taşıdığı kamyonetini bize gösterdi.
Sonrasında acıklı ve aynı zamanda heyecanlı birkaç hikayesini anlattı.
Zamanının çılgın ve korkusuz şoförü arkadaşımız oluverdi. Bizi Ilıca’ya kadar
bıraktı. Yolda da bol bol hayata dair nasihatlar etti bize. O kısımlar çok
eğlenceliydi. Sırayla her birimize fütursuzca yüklendi. Çünkü adam yaşlarımızı
duyunca irkildi. Ona göre kızlar acilen evlenip bebek doğurmalıydı. Beyler ise
acilen kız arkadaş edinmeliydi. Bizim abi zamanında nasıl direndiyse biz de
abiye direndik. Konuyu bir şekilde kapattık. Zaten Ilıca’ya gelmiştik bile.
Ilıca’da hem abiden hem de centilmen arkadaşlarımızdan ayrıldık. Bir sonraki
karşılaşmamız kim bilir nerede ne zaman olacaktı.
Dönüş
Son günümüzde arkadaşımızın blogunu okuduk. Gezmelerdeyim.com. Sarajevo’da
görmediğimiz yapmadığımız bir şey kalmasın diye. Her şeye tik attık ama bir şey
hariç: kuru et Stelja. Onun satıldığı Pazar, biz her gittiğimizde kapanmış
oluyordu. Bu sefer son dakikada yakaladık ve o enfes pastırma Stelja ile sucuk
alma fırsatını yakaladık. Marketten de ajvar ve bir şişe Bosna şarabını alarak
çantamda dönüş için hiçbir eksik bırakmadım.
Dönmeye dönüyorduk ama güzel Sarejova’ya veda etmek içimizden
gelmiyordu. Yazın gerçekleşecek Sarajevo film festivali için yeniden gelmek üzere
yeşil tepelere, Sebij’le, Başçarşiya’ya, güvercinlere, Latin Köprüsüne, şehirden
geçen nehire, gittiğimiz gün yüzünü göstermeye karar veren güneşe, dumanı tüten
Bosna kahvesine söz verdik.
Faydalı Bilgiler
Sene Ekim 2014
Transfer 10 Euro.
Apartments Protin Sokak’ın geceliği 40 Euro.
11’de gitmeli 18’de dönmeli Mostar biletimize git gel kişi başı 30 Euro verdik, Otobüse otogardan bindik. Otogara ise tramvayla gittik.
Günü bitirirken ise gençlerin takıldığı yerlere uğramayı es geçmedik. Sarajevo’yu gecesiyle gündüzüyle yaşamaya ant içmiştik adeta. Bu yolda Cheers Pub, City Pub ve bira fabrikasının barı sevdiğimiz mekanlar arasında yerini aldı tabi. Ama ille de bira fabrikası. Görmeden dönmeyin.
Hikayede geçen lokanta Dveri’ye mutlaka gidin.
Köfte her yerde var zaten.
Sokakta satranç oynayın, ya da oynayanları izleyin.
Kuru et stelja ve sucuk alın.
Börek pişirilen fırınlar çok özel, fotoğraf çekmek isteyenlere duyurulur. Ama börekte pek bir numara yok. Annem de çok güzel börek yapar.
Faydalı Bilgiler
Sene Ekim 2014
Transfer 10 Euro.
Apartments Protin Sokak’ın geceliği 40 Euro.
11’de gitmeli 18’de dönmeli Mostar biletimize git gel kişi başı 30 Euro verdik, Otobüse otogardan bindik. Otogara ise tramvayla gittik.
Günü bitirirken ise gençlerin takıldığı yerlere uğramayı es geçmedik. Sarajevo’yu gecesiyle gündüzüyle yaşamaya ant içmiştik adeta. Bu yolda Cheers Pub, City Pub ve bira fabrikasının barı sevdiğimiz mekanlar arasında yerini aldı tabi. Ama ille de bira fabrikası. Görmeden dönmeyin.
Hikayede geçen lokanta Dveri’ye mutlaka gidin.
Köfte her yerde var zaten.
Sokakta satranç oynayın, ya da oynayanları izleyin.
Kuru et stelja ve sucuk alın.
Börek pişirilen fırınlar çok özel, fotoğraf çekmek isteyenlere duyurulur. Ama börekte pek bir numara yok. Annem de çok güzel börek yapar.