Makedonya'ya Giderken Ekim 2013
Hızlı ve Öfkeli, araçtan çekilen fotoğraflar hep bulanık... |
Ohrid’e gidiş yolu
bulmak umduğumuzdan zor olduysa da Ohrid’e yolculuğumuz için artık hiçbir engel
kalmamıştı. Beklenen an geldi, Bizi Ohrid’e götürecek şoför, muhteşem
ekibimizin bekleştiği olay yerine intikal etti. Belirtmeliyim ki beklediğimize
değdi. Şoförümüz tam bir profesyonel çıktı. Her şeyden önce İngilizce
biliyordu. Çok karizmatikti. Kendisine hayran kaldık. Ayrıca tıpa tıp Fatih Terim’e
benziyordu, hiç yabancılamadık onu. Bizden biriydi adeta. Şehirde kedimize
otobüs bulmak için o kadar çok efor sarf ettik ki susuzluk ve açlıktan harap ve
bitap düştük. Ne şehri içe sine gezebildik, ne bir yere oturup yemek yiyebildik,
ne de tuvalete gidebildik. Yola çıkmadan yemek yemek istedik ama şoförümüz
yemek yememize izin vermedi. Yolda mola vereceğini söyleyerek bizi apar topar
araca bindirdi. Hiç itiraz etmedik bizim de ayaklarda derman kalmamıştı zaten.
Sadece büfeden birer su bisküvi falan aldık. Bu arada atlamamamız gereken
nokta: büfeci bizim meşhur 50 Euro’yu kabul etmeyince, centilmen arkadaşlarımız
yine imdadımıza yetişti, suyumuzu, bisküvimizi eksik etmediler sağ olsunlar. Onca
hengâmenin arasında Döviz bürosuna da uğramaya zamanımız olmamıştı ne yapalım.
Ohrid Yolunda Pasaportla İmtihan
Yeşil Ülkeler |
Araca bindik.
Herkes çok mutluydu. Bisküvilerimizi yiyor, birbirimizi tanımaya çalışıyorduk.
Şoförümüze sorular soruyorduk. En popüler sorulardan biri ne zaman yemek molası
vereceğimizdi. Enteresan bir şekilde toparlanan grubumuzla baya iyi anlaştık,
kaynaştık. Ne de olsa kader birliğimiz vardı artık. Yemyeşil, ormanlık daracık
yollardan, köylerin kasabaların arasından geçiyorduk. Dereler, tren yolları,
eski köprüler, büyük-küçük baş hayvanlar... Eski bir zaman diliminde yolculuk
ediyorduk sanki. Rehavete kapılma durumundan, mola verdiğimiz bir yerde
şoförümüz bizden pasaportlarımızı isteyince vazgeçtik. Hiçbirimiz bu yolculuğun
gençlik gerilim filmine dönüşmesini istemiyorduk. Doktor duruma el koydu,
pasaportlarla beraber giden şoförümüzün gölgesi oldu. Durumu anladık ki sınır
geçişi için isimlerimizin resmi bir otobüs firmasının listesine eklenmesi
gerekiyormuş. Kayıt işlemlerimiz bittikten sonra yola devam ettik. Aslan
şoförden de boşuna şüphe duymuşuz. Hem şoför hem de doktor grubumuzun
sorumluluğunu üstlenmeleriyle hepimizin takdirini kazandılar. Bu arada doktor, yolun geri kalanına şoför
mahallinde devam etti, yakışır.
Yemek Zamanı
Arnavut Çorbası |
Araca
bindiğimizden beri en az iki saat geçmişti ama hala yemek yememiştik. Bisküvi
stoklarımız tükenmişti. Tamam, güven içindeydik, başımızın üzerinde bir çatı
vardı, birbirimizi seviyorduk, sosyalleşmiştik, kendimizi de bir anlamda
gerçekleştirmiştik ama karnımız açtı. Maslow bu halimizi görse ihtiyaçlar
piramidini kaynatır yine de karnımızı doyururdu. Umutların tükendiği anda bir
tesiste durduk. İki masa birleştirdik. Fatih Terim şoförümüzü de masamıza davet
ettik. Arnavutça bilmiyorduk, haliyle garsonu zinhar anlayamıyorduk. Şoförümüz
bize çevirmenlik yaptı. Ohrid’e az kalmıştı, kallavi bir şey yemek
istemiyorduk. Birer çorba içelim dedik, yemeği Ohrid’de adam gibi yerdik. Çorba
etli dedi Fatih Terim şoför, eyvallah dedik. Kendisine espresso ve enerji
içeceği söyleyince şaşırdık. Bizi bırakıp geri dönecekmiş hiç durmadan. Yemek
yemem ben dedi. Karizmasına karizma ekliyordu. Nasıl döneceksin onca yolu
tekrar dedik, gece bastırıyordu. Ben profesyonelim dedi. Gerçekten de öyleydi,
adam haklı beyler! Çorba dedik, Gulaj
tarzı sulu et yemeği geldi. Hepimiz çok sevindik, bir solukta yedik yemeğimizi.
Koca tabak et yemeğinin fiyatı 2 Euro’ymuş, fiyat-performans süper ötesi. Biz
yine bizim elliliği bozduramadık dağ başındayız tabi. Centilmen arkadaşlarımız biz
bir şey söylemeden bizim için ödemeyi yaptılar. Sayelerinde Arnavutluk
sınırları içerisinde elimizi cebimize atmadık. Bunlar hep dostluk, insanlık
işte.
Makedonya’ya Hoş Geldik
Ekip sınırda bekliyor... |
Yemekten bir buçuk
saat kadar sonra sınır kapısına vardık. Sınırda gereğinden fazla bekledik. Biz
sınır hatırası fotoğrafımızı çekmekle meşgulken meğerse memurlar biraz rüşvet
istemişler, şoförümüz ise direnmiş ve onları ikna etmiş. Makedonya’ya
ulaştığımıza sevinsem de bu muhteşem maceralı yolcuğun sona ermesinin ve
şoförümüzden ayrılacak olmanın hüznünü hissetmedim değil. Şoförümüz bizi otellerimize
elleriyle yerleştirdi. İlk beni ve arkadaşımı bıraktı. Valizlerimizi indirirken
kendisine içten teşekkürlerimizi ilettik. Bu arada diğer arkadaşlarla akşam
görüşmek üzere iletişim bilgilerimizi paylaştık. Şoförümüzü ve arkadaşlarımızı
uğurladıktan sonra arkadaşımla otel sahibemiz ve eşi Boban’ın
misafirperverliğine kendimizi teslim ettik. Tiran’dan geriye ne kaldı derseniz şoförümüz
ve muhteşem ekibimizle tanışmış olmak tüm Tiran’a değdi. Şimdi sıra
Makedonya’nın fethindeydi.
İki sınır arasında, iki bayrak dalgasında... |
Villa Boban
Geleneksel Makedon dekorasyonu modernizmle birleşmiş |
Otelimiz iki
katlı müstakil bir villaydı. Evin üst katındaki 4 oda misafirler için ayrılmış ve geleneksel
Makedonya sitilinde döşenmişti. Alt katında ise otel sahipleri yaşıyordu. Otel
sahibemiz bize harita verdi, kenti tanıttı. Çarşı, yani “çarşiya” ne tarafa
düşer, nerde ne yenir. Sonra eşi Boban geldi ve bize reddemeyeceğimiz bir
teklif yaptı. Sabah bizi 4x4 jeepiyle özellikle benim çok gitmek istediğim
Bitola’ya (eski adıyla Manastır) makul bir ücret karşılığında götürebileceğini
söyledi. Bitola’ya gitmek zaten plan dahilindeydi. Ama yine otobüs bulma
merasimi yaşamaktan korktuğumuz için parası neyse veririz dedik ve Boban’ın
teklifini kabul ettik, sabah görüşmek üzere sözleştik. Ohrid’i gezemeden
Bitola’ya gidecek olmanın verdiği bir tedirginlik oluşsa da gezme sırası mühim
değil, nasıl olsa her iki şehri de göreceğiz diyerek içimizi rahatlattık.
Osmanlı’dan Kalma Bir Aile
Kiril alfabesiyle ilk tanışma, haritalar kifayetsiz... |
Üstümüzü
değiştirdikten sonra şehri gezmek üzere yola koyulduk. Hangi kafayla otel
ayarladık bilmiyorum ama şehir merkezine hayli uzaktı. Siz siz olun şehir merkezinde bir yer ayarlayın. Hal böyle olunca biz de
merkeze giderken kaybolmayı ihmal etmedik. Issız ve soğuk sokakta birbirimize
çaresizlik içinde bakarken duyduğumuz bir çocuk sesi bize umut verdi.
“Anneeeee”. Sese doğru ilerledik. Makedonya’da kalmış Türk bir ailenin evinin
önüne gelmişiz. Bir teyzeyle torununu karşımızda görünce çok sevindik. Teyze de
bizi gördüğüne çok sevindi, bizi bağrına bastı. O tatlı Balkan şivesiyle çay
ikram etmek istedi, yemek yedirmek istedi. Hayli ilgilendi bizimle. O soğuk
sokak birden sıcacık olmuştu. Vaktimiz kısıtlı olduğu için tekliflerini kabul
edemedik. O bize “çarşiya” ya giden yolu gösterdi, biz de ona teşekkür ettik.
“Yok bir şey, yok bir şey” (rica ederim anlamında)diyerek bizi uğurladı.
Çarşının içinden geçtik, o güzelim göl kenarına yürüdük. Göl kenarında çok güzel lokantalar, müzikli
mekanlar vardı. Biraz gezip bir mekana oturalım diye düşündük. Yürüyüşü
tamamlayıp geri döndüğümüzde bir de ne görelim bizim ekip toplanmış bile. Hep
beraber şehirdeki diğer Türk turistler gibi canlı Balkan müziği yapan bir
mekana oturduk.
Göl kenarında bir mekan... |
Her şey o kadar
gerçek üstüydü ki bizim için, bir garip sarhoşluk hali vardı üzerimizde. İnceden
buzuki, akordeon, gitar, keman dinletisi de başladı. Müzik ve bir örnek
kıyafetleriyle müzisyenler çok etkileyiciydi. İşte Balkanlar böyle bir şeydi.
Derken güzel bir jest de müzik ekibinden geldi.. Masamıza gelip “eski dostlar”
şarkısını çalıp Türkçe söylediler. Yine mi güzeliz yine mi çiçek modu peşimizi
bırakmıyordu. Yemekten sonra paylaşmak hayaliyle söylediğimiz bir porsiyon
baklava ve bir porsiyon tulumba da bizi oldukça şaşırttı. Devasa bir adet
baklava ve devasa bir adet tulumba hiç görmemiştik hayatımızda. Tatlıları kişi
başı pay ettik ve birer lokma tadına baktık. Gecenin sonuna gelmiştik. “Eski
dostlarımızla” vedalaştık. Git git bitmeyen otelimizin yolunu tuttuk. Bir
sonraki gün Bitola/Manastır’a gidecek olmanın verdiği gazla oteli bulduk.
Bakalım Manastır nasıl geçecekti, Boban’ın rehberliği nasıl olacaktı? Arkası
Bölüm 3 ‘te.
Bir porsiyon tatlı anlayışı... |
Mekandan bir kare... |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder