20 Nisan 2014 Pazar

Makedonya'ya Gitmek

Makedonya'ya Giderken Ekim 2013

Hızlı ve Öfkeli, araçtan çekilen fotoğraflar hep bulanık...

Ohrid’e gidiş yolu bulmak umduğumuzdan zor olduysa da Ohrid’e yolculuğumuz için artık hiçbir engel kalmamıştı. Beklenen an geldi, Bizi Ohrid’e götürecek şoför, muhteşem ekibimizin bekleştiği olay yerine intikal etti. Belirtmeliyim ki beklediğimize değdi. Şoförümüz tam bir profesyonel çıktı. Her şeyden önce İngilizce biliyordu. Çok karizmatikti. Kendisine hayran kaldık. Ayrıca tıpa tıp Fatih Terim’e benziyordu, hiç yabancılamadık onu. Bizden biriydi adeta. Şehirde kedimize otobüs bulmak için o kadar çok efor sarf ettik ki susuzluk ve açlıktan harap ve bitap düştük. Ne şehri içe sine gezebildik, ne bir yere oturup yemek yiyebildik, ne de tuvalete gidebildik. Yola çıkmadan yemek yemek istedik ama şoförümüz yemek yememize izin vermedi. Yolda mola vereceğini söyleyerek bizi apar topar araca bindirdi. Hiç itiraz etmedik bizim de ayaklarda derman kalmamıştı zaten. Sadece büfeden birer su bisküvi falan aldık. Bu arada atlamamamız gereken nokta: büfeci bizim meşhur 50 Euro’yu kabul etmeyince, centilmen arkadaşlarımız yine imdadımıza yetişti, suyumuzu, bisküvimizi eksik etmediler sağ olsunlar. Onca hengâmenin arasında Döviz bürosuna da uğramaya zamanımız olmamıştı ne yapalım.  



Ohrid Yolunda Pasaportla İmtihan
Yeşil Ülkeler
Araca bindik. Herkes çok mutluydu. Bisküvilerimizi yiyor, birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Şoförümüze sorular soruyorduk. En popüler sorulardan biri ne zaman yemek molası vereceğimizdi. Enteresan bir şekilde toparlanan grubumuzla baya iyi anlaştık, kaynaştık. Ne de olsa kader birliğimiz vardı artık. Yemyeşil, ormanlık daracık yollardan, köylerin kasabaların arasından geçiyorduk. Dereler, tren yolları, eski köprüler, büyük-küçük baş hayvanlar... Eski bir zaman diliminde yolculuk ediyorduk sanki. Rehavete kapılma durumundan, mola verdiğimiz bir yerde şoförümüz bizden pasaportlarımızı isteyince vazgeçtik. Hiçbirimiz bu yolculuğun gençlik gerilim filmine dönüşmesini istemiyorduk. Doktor duruma el koydu, pasaportlarla beraber giden şoförümüzün gölgesi oldu. Durumu anladık ki sınır geçişi için isimlerimizin resmi bir otobüs firmasının listesine eklenmesi gerekiyormuş. Kayıt işlemlerimiz bittikten sonra yola devam ettik. Aslan şoförden de boşuna şüphe duymuşuz. Hem şoför hem de doktor grubumuzun sorumluluğunu üstlenmeleriyle hepimizin takdirini kazandılar.  Bu arada doktor, yolun geri kalanına şoför mahallinde devam etti, yakışır.

Yemek Zamanı
Arnavut Çorbası
Araca bindiğimizden beri en az iki saat geçmişti ama hala yemek yememiştik. Bisküvi stoklarımız tükenmişti. Tamam, güven içindeydik, başımızın üzerinde bir çatı vardı, birbirimizi seviyorduk, sosyalleşmiştik, kendimizi de bir anlamda gerçekleştirmiştik ama karnımız açtı. Maslow bu halimizi görse ihtiyaçlar piramidini kaynatır yine de karnımızı doyururdu. Umutların tükendiği anda bir tesiste durduk. İki masa birleştirdik. Fatih Terim şoförümüzü de masamıza davet ettik. Arnavutça bilmiyorduk, haliyle garsonu zinhar anlayamıyorduk. Şoförümüz bize çevirmenlik yaptı. Ohrid’e az kalmıştı, kallavi bir şey yemek istemiyorduk. Birer çorba içelim dedik, yemeği Ohrid’de adam gibi yerdik. Çorba etli dedi Fatih Terim şoför, eyvallah dedik. Kendisine espresso ve enerji içeceği söyleyince şaşırdık. Bizi bırakıp geri dönecekmiş hiç durmadan. Yemek yemem ben dedi. Karizmasına karizma ekliyordu. Nasıl döneceksin onca yolu tekrar dedik, gece bastırıyordu. Ben profesyonelim dedi. Gerçekten de öyleydi, adam haklı beyler!  Çorba dedik, Gulaj tarzı sulu et yemeği geldi. Hepimiz çok sevindik, bir solukta yedik yemeğimizi. Koca tabak et yemeğinin fiyatı 2 Euro’ymuş, fiyat-performans süper ötesi. Biz yine bizim elliliği bozduramadık dağ başındayız tabi. Centilmen arkadaşlarımız biz bir şey söylemeden bizim için ödemeyi yaptılar. Sayelerinde Arnavutluk sınırları içerisinde elimizi cebimize atmadık. Bunlar hep dostluk, insanlık işte.
Makedonya’ya Hoş Geldik
Ekip sınırda bekliyor...
Yemekten bir buçuk saat kadar sonra sınır kapısına vardık. Sınırda gereğinden fazla bekledik. Biz sınır hatırası fotoğrafımızı çekmekle meşgulken meğerse memurlar biraz rüşvet istemişler, şoförümüz ise direnmiş ve onları ikna etmiş. Makedonya’ya ulaştığımıza sevinsem de bu muhteşem maceralı yolcuğun sona ermesinin ve şoförümüzden ayrılacak olmanın hüznünü hissetmedim değil. Şoförümüz bizi otellerimize elleriyle yerleştirdi. İlk beni ve arkadaşımı bıraktı. Valizlerimizi indirirken kendisine içten teşekkürlerimizi ilettik. Bu arada diğer arkadaşlarla akşam görüşmek üzere iletişim bilgilerimizi paylaştık. Şoförümüzü ve arkadaşlarımızı uğurladıktan sonra arkadaşımla otel sahibemiz ve eşi Boban’ın misafirperverliğine kendimizi teslim ettik. Tiran’dan geriye ne kaldı derseniz şoförümüz ve muhteşem ekibimizle tanışmış olmak tüm Tiran’a değdi. Şimdi sıra Makedonya’nın fethindeydi.
İki sınır arasında, iki bayrak dalgasında...
Villa Boban
Geleneksel Makedon dekorasyonu modernizmle birleşmiş
Otelimiz iki katlı müstakil bir villaydı. Evin üst katındaki 4 oda misafirler için ayrılmış ve geleneksel Makedonya sitilinde döşenmişti. Alt katında ise otel sahipleri yaşıyordu. Otel sahibemiz bize harita verdi, kenti tanıttı. Çarşı, yani “çarşiya” ne tarafa düşer, nerde ne yenir. Sonra eşi Boban geldi ve bize reddemeyeceğimiz bir teklif yaptı. Sabah bizi 4x4 jeepiyle özellikle benim çok gitmek istediğim Bitola’ya (eski adıyla Manastır) makul bir ücret karşılığında götürebileceğini söyledi. Bitola’ya gitmek zaten plan dahilindeydi. Ama yine otobüs bulma merasimi yaşamaktan korktuğumuz için parası neyse veririz dedik ve Boban’ın teklifini kabul ettik, sabah görüşmek üzere sözleştik. Ohrid’i gezemeden Bitola’ya gidecek olmanın verdiği bir tedirginlik oluşsa da gezme sırası mühim değil, nasıl olsa her iki şehri de göreceğiz diyerek içimizi rahatlattık.
Osmanlı’dan Kalma Bir Aile
Kiril alfabesiyle ilk tanışma, haritalar kifayetsiz...
Üstümüzü değiştirdikten sonra şehri gezmek üzere yola koyulduk. Hangi kafayla otel ayarladık bilmiyorum ama şehir merkezine hayli uzaktı. Siz siz olun şehir merkezinde bir yer ayarlayın. Hal böyle olunca biz de merkeze giderken kaybolmayı ihmal etmedik. Issız ve soğuk sokakta birbirimize çaresizlik içinde bakarken duyduğumuz bir çocuk sesi bize umut verdi. “Anneeeee”. Sese doğru ilerledik. Makedonya’da kalmış Türk bir ailenin evinin önüne gelmişiz. Bir teyzeyle torununu karşımızda görünce çok sevindik. Teyze de bizi gördüğüne çok sevindi, bizi bağrına bastı. O tatlı Balkan şivesiyle çay ikram etmek istedi, yemek yedirmek istedi. Hayli ilgilendi bizimle. O soğuk sokak birden sıcacık olmuştu. Vaktimiz kısıtlı olduğu için tekliflerini kabul edemedik. O bize “çarşiya” ya giden yolu gösterdi, biz de ona teşekkür ettik. “Yok bir şey, yok bir şey” (rica ederim anlamında)diyerek bizi uğurladı. Çarşının içinden geçtik, o güzelim göl kenarına yürüdük.  Göl kenarında çok güzel lokantalar, müzikli mekanlar vardı. Biraz gezip bir mekana oturalım diye düşündük. Yürüyüşü tamamlayıp geri döndüğümüzde bir de ne görelim bizim ekip toplanmış bile. Hep beraber şehirdeki diğer Türk turistler gibi canlı Balkan müziği yapan bir mekana oturduk.     
 Eski Dostlarla Unutulmaz Makedonya Gecesi
Göl kenarında bir mekan...
Her şey o kadar gerçek üstüydü ki bizim için, bir garip sarhoşluk hali vardı üzerimizde. İnceden buzuki, akordeon, gitar, keman dinletisi de başladı. Müzik ve bir örnek kıyafetleriyle müzisyenler çok etkileyiciydi. İşte Balkanlar böyle bir şeydi. Derken güzel bir jest de müzik ekibinden geldi.. Masamıza gelip “eski dostlar” şarkısını çalıp Türkçe söylediler. Yine mi güzeliz yine mi çiçek modu peşimizi bırakmıyordu. Yemekten sonra paylaşmak hayaliyle söylediğimiz bir porsiyon baklava ve bir porsiyon tulumba da bizi oldukça şaşırttı. Devasa bir adet baklava ve devasa bir adet tulumba hiç görmemiştik hayatımızda. Tatlıları kişi başı pay ettik ve birer lokma tadına baktık. Gecenin sonuna gelmiştik. “Eski dostlarımızla” vedalaştık. Git git bitmeyen otelimizin yolunu tuttuk. Bir sonraki gün Bitola/Manastır’a gidecek olmanın verdiği gazla oteli bulduk. Bakalım Manastır nasıl geçecekti, Boban’ın rehberliği nasıl olacaktı? Arkası Bölüm 3 ‘te.
Bir porsiyon tatlı anlayışı... 
Mekandan bir kare...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder