Bitola nam-ı diğer Manastır_Ekim 2013
Önce Boban
|
Boban ve arkadaşı |
Ohrid’deki Otel
Boban, şehir merkezine uzaktı ama dekorasyonu harikaydı. Güzel bir mekanda
güzel bir Ohrid sabahına uyandık. Yola çıkmadan önce merkezden “bürek” yani
börek ve ayran olduğu iddia edilen sıvı yoğurt aldık, biraz para bozdurduk
sonunda. Otel Boban’a adını veren otel sahibimiz Boban bizi güzel jeepiyle
aldı, yoldan bir arkadaşını daha aldı. Ne ayaksın Boban diyemedik. Bize
Manastır’ın biraz dışındaki antik kenti gezdirip sonra da şehre bırakacaktı,
akşam da Ohrid’e geri götürecekti. Bizi beklerken sıkılmamak için arkadaşını da
getirmiş, ses etmedik. Özel şoförümüz ve muavinimizle 1,5 saatlik yolculuğumuz
başladı. Yine daracık yollar, yeşiller, ormanlar büyük-küçük baş hayvanlar,
nostaljide sınır tanımadı. O değil de Boban gerçekten kaçık çıktı. Önceleri bizim
de sorularımızla Yugoslavya’dan, komünist rejimden, Makedonya’nın
bağımsızlığından, Kosova’nın bağımsızlığından, Arnavutlara tanınan uçsuz
bucaksız imtiyazlardan, Arnavutların Makedonya’daki entegrasyon probleminden,
Yunanistan’a feda edilen topraklardan, Osmanlı’dan, Türklerin zamanla
Makedonya’yı terk ettiğinden, Türklerin en iyi komşu en iyi arkadaş olduğundan,
dinden, müzikten, Makedon erkeklerinin spor tercihlerinden (Futbol yerine
tenise büyük merak olduğunu öğrendik.), Makedonların TV izleme
alışkanlıklarından bahsederken bir anda yanındaki arkadaşına ağza alınmayacak
küfürler ederek gülmeye başladı. Adam garibim Boban’ın deli olduğunu biliyor
herhalde hiç sesini çıkarmadı. Adam gülüyor, biz gülüyoruz… Manasızlık var
ortada, sinirler gevşedi iyice. Biz yine de neye bu kadar katıla katıla
güldüğünü anlamaya çalışırken baklayı ağzından çıkardı. Bir tane film izlemiş
bir önceki gece Sandra Bullock’un bir filmiymiş “The Heat”. Çok komikmiş, aklına
geldikçe ona gülüyormuş. Ne güldün be
Boban, buna mı güldün? Açıklama gerçek üstü olunca bizim sinirler sizlere ömür.
Adam filmi anlatmaya başladı bir yandan gülüyor, film komik değil ama adam
komik. Filme gülüyormuş gibi yap pampa mantığıyla yol boyu güldük eğlendik.
Arkadaşımla göz göze gelip ayrıca kopmalar yaşadık. Hayatımdaki en garip
yolculuklara Balkan’larda imza attım sanırım. Sonunda Heraclea Antik Kentine geldik de
kendimize gelebildik. Eşsiz mozaikler, vaftiz havuzları, tiyatro… Birçok
kalıntının yer aldığı bu antik kent gerçekten güzeldi. Boban bize biraz tarih
anlattı, İsa’dan önce, İsa’dan sonra ortaya karışık ciddi konulara girdi bir
anda. Boban’daki geçişlerin sertliği bizi yine sersemletti. Birkaç fotoğraftan
sonra Manastır merkeze geldik.
|
vaftiz havuzu |
|
Renk renk mozaik |
|
Genel görünüm |
|
Sandaletleri hoşuma gitti... |
İlk Hedefimiz Manastır Askeri İdadisi
Manastır’ı(Bitola’yı)
sebebi ziyaretim aslında Atatürk’ün okulu Manastır Askeri İdadisi’ni ziyaret
etmekti. Benim için hem tarihi hem manevi değeri büyüktü. Atatürk’ün bir dönem
yaşadığı bu şehirde O’nun geçtiği sokaklardan yürümek, O’nu hayal etmek, O’nu
hissetmek çok büyüleyiciydi. Askeri liseyi müze yapmışlar ve “Atatürk Anı
Odası” oluşturmuşlar. İçerisinde Atatürk’ün üniforması, fotoğrafları, eşyaları,
karnesi, derslerinden aldığı notlar vardı. Bunların dışında hiç bilmediğim bir
hikâyeyi orada öğrendim. Bu bir aşk hikâyesiydi. Eleni ve Mustafa Kemal’in aşkı.
İki genç birbirlerine aşık olmuşlar ancak kızın babası bu beraberliğe muhtemeldir
ki siyasi ve dini sebeplerle razı olmamış, evlenmelerine izin vermemiş.
Birtakım olaylardan sonra Mustafa Kemal aşkını kalbine gömüp şehirden ayrılmak
zorunda kalmış. Eleni’yle bir daha hiç kavuşamamışlar. Eleni ise
anlaşılan aşkını gömmeyi reddetmiş. (Düşünce balonu: Hayır M.Kemal’i
unutmayacağım, hayır başka birini bulmayacağım, hayır onu kalbime gömmeyeceğim.)
Eleni’nin Mustafa Kemal’e yazdığı mektup ise ölmeyen bir aşkın belgesi
niteliğinde. Eleni aşkını kalbinde bir ömür yaşatmış ve hiç kimse ile
evlenmemiş. Bu mektubu gözyaşları içerisinde okudum. Kadın romantizmi değildi
gerçekten o cümleler kalbime saplandı diyebilirim. Siz de okuyun ne demek
istediğimi anlayacaksınız. Kendimi biraz toparladıktan sonra odanın tamamını
gezdim. Anı defterine bir şeyler yazmak için sıra beklerken bitmiş anı
defterlerini karıştırdım. İnsanların düşüncelerini okudum. Yazımı bitirdikten sonra duygudan duyguya sürüklendiğim bu odaya son kez baktım ve
karşı odadaki “Makedon Tarihi” bölümünü gezmeye başladım. Bu odada ise
Makedonya’da Osmanlı’ya karşı ayaklanan “kahraman” komitacıların nasıl destan
yazdığına dair bir hikâye vardı. Hayat ne kadar tuhaf diye düşünmekten kendimi
alamadım. Her iki taraf da çok acılar çekmiş. Şimdi ise bir tarafta dönemin
kahraman bir Osmanlı askerinin anı odası, bir tarafta dönemin kahraman
komitacılarının anı odası yıllar sonra yeniden komşu olmuşlar. Madem herkes
komşu, madem herkes kahraman, değdi mi şimdi o kadar acıya, gözyaşına, değdi mi
Eleni’nin ömür boyu yalnız kaldığına?
|
Okul |
|
Okulun merdivenleri |
|
Mustafa Kemal Atatürk Anı Odası |
|
Karne |
|
Anı Odası genel görünüm |
|
Eleni'nin Mektubu |
|
Temsili Makedon Komitacı |
|
Geleneksel Makedon Evi |
Bitola
Dilimde Atatürk’ün
sevdiği şarkılardan “Manastırın ortasında var bir havuz, canım havuz, bu yurdun
kızları hepsi de yavuz, biz delikanlıyız” dizeleri şehri gezmeye başladım. İki
yanında evler, dükkanlar dizili dar bir yol Bitola’nın “çarşiya”sıydı.
Cafelerin içinde hiç masa sandalye yoktu çünkü herkes dışarıda oturuyor, yoldan
geçenleri seyrediyordu. Enteresan bakışlar eşliğinde çarşıda yürüdük, bir
kiliseye gittik. Osmanlı’dan kalan birkaç yapıyı inceledik. Sonrasında nehrin
öbür tarafında kalan eski Türk çarşısına gittik. Ankara’daki çıkrıkçılar
yokuşunu anımsattı bana. Eski bir cami vardı, labirent gibi dar sokaklarda
minik dükkanlar dizi diziydi. Kasap, şapkacı, hırdavatçı… Birbirinden alakasız
iş kolları yan yana iç içe çarşıda hizmet veriyordu. Şirin ama bakımsızdı. Sanki
bir restorasyona ihtiyaç var gibiydi. Bu bölgeyi de gezdikten sonra yemek
yiyebileceğimiz bir yer bulmak umuduyla yeni çarşiya’ya doğru ilerledik.
Ağaçlarda bir takım ilanlar dikkatimizi çekti. Üzerinde haç falan da vardı dini
bir şey galiba dedik. Sonradan öğrendik ki bunlar ölüm ilanlarıymış. İki tip
ilan vardı bir kısmı mavi çerçeveli bir kısmı siyah çerçeveliydi. Mavi olanlar
gençleri, siyah olanlar da görece yaşlıların öldüğünü ifade ediyormuş. Bizde
sala okunur şu kişi öldü diye, burada ilan basıp çarşıya sokağa ağaca
asıyorlar. Enteresan geldi baya. Yemeğimizi geleneksel bir lokantada yedik ve
ev yapımı Balkan şarabıyla bu sofrada tanıştık. Bir kadeh de Eleni Karinte ve tüm
aşk gömmeyi reddedenler için içtik.
|
Saat kulesi |
|
Çarşiya |
|
Tahminimce Müslüman ve Hristiyan mahalleleri ayıran nehir... |
|
Ölüm ilanları |
Ohrid’e Dönüş
Boban ve
arkadaşıyla kararlaştırdığımız saatte buluştuk. Her iki ekip de birbirine neler
yaptığını anlattıktan sonra içimiz geçmiş yol boyu uyumuşuz. Uyandığımızda
Boban’ın arkadaşı arabadan iniyordu. Ohrid’e gelmişiz bile. Nasıl yorulduysak…
Otele geldik, delicesine yağmur yağıyordu. Odamıza çıktık, biraz dinlenelim de
Ohrid’deki son gecemizi yaşamak üzere dışarı çıkalım dedik. 1-2 saat sonra
yağmur çamur demeden dışarı çıktık. Bizim Türk arkadaşlarla buluştuk.
Birbirimize günümüzü anlattık. Hepsinin ertesi gün Üsküp’e gideceğini öğrendik.
Biz de sabahtan Ohrid’i gezip akşam Üsküp’e gidecektik. Üsküp için otobüs saati
ve fiyatı bilgilerini birbirimizle paylaştık. Sonra da koyu ve eğlenceli bir sohbetin
içinde kendimizi bulduk. Biraz da Ekim ayında Ohrid gölüne girip çıplak bir vaziyette
bir kilisenin içine girip uyuyan bir vatandaşımızın dedikodusunu yaptık. Sohbetin
en koyu yerinde cafenin kapanmasıyla kendimizi dışarıda bulduk. Saat on iki bile
olmamıştı. Biraz da dışarıda gezinip Üsküp’te görüşmek umuduyla ayrıldık. Bizim
için ertesi gün Ohrid günüydü. Sabah erkenden kalkıp o muhteşem göl kenarında yürüyüp
tarihi kiliseleri gezecektik. Bakalım Ohrid’in bize ne gibi sürprizleri olacaktı?
Üsküp otobüsüne yetişebilecek miydik? Üsküp’te otelimizi bulabilecek miydik? Ne
maceralar ne maceralar arkası bölüm 4’te.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder