4 Mayıs 2014 Pazar

9. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali - Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda


9. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali  - Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda

İlk defa 2013 1 Mayıs’ında tanıştım İşçi Filmleri Festivali ‘yle. Fransız Kültür Merkezi, Yeşilçam Sineması ve Aynalı Geçitte gerçekleşen film gösterimlerinde harika filmler izleme şansı buldum. Kaçak, Çöp ve adını hatırlamadığım ama her sahnesi aklımda olan bir çocuk işçinin yaşamından kesit sunan bir film daha. Her üç film de mıh gibi kazındı aklıma çok çapıcıydılar. Kaçak, 1970’lerin Türkiye’sinde doğuda geçim kaynağı sınırı geçerek kaçakçılık yapmak olan bir köyün ağalık sisteminde nasıl baskı gördüğünün, ağalık sistemi ile kaçakçılık ekseninde son bulan hayatların, sönen ocakların, yitip giden bir aşkın, töreye kurban giden bir kızın, çaresizliğin ve cehaletin hikâyesiydi. Çöp ise Mersin’de geçimini Mersin çöplüğünden sağlayan ailelerin dehşet verici, halimizden utanmamıza neden olacak, insanlığımıza ve mevcut düzene sayıp sövmemizi gerektirecek cinsten, deyim yerindeyse günümüzde insanlık onurunun nasıl da ayaklar altında olduğunu gösteren üzücü hikâyesiydi. Çöpteki pet şişelerin tanesinin fiyatının 10 kuruş olması, plastik-kâğıt-cam toplamaya çalışmaları ve hatta bunu gerekirse tıbbi atıkların arasında gezerek yapmak zorunda olmaları, çocukların kesik parmak ve kanlı bezler arasında dolaşmaları, yemeklerini çöpten çıkan kullanılmış yağ ve gıda malzemeleriyle yapmaları, soğukta sıcakta çadırda yaşamaları, çocukların okulda arkadaşları tarafından çöpçü denerek aşağılanmaları, çöpün bile mafyasının olması bu gerçek kesit belgeselin aklımdan hiç çıkmayan çarpıcı unsurları oldu. Bir filmde daha gözüm kalmıştı, onun da DVD’sini aldım: Babamın Sesi. Henüz izleme fırsatım olmadı. Bu seneki festival 1-8 Mayıs 2014 tarihleri arasında gidin görün derim.

 

Bu sene tek atımlık kurşunum vardı. Özel seçki bir belgesel olan “Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda” ya gittim. Gezi direnişi sırasında beş tane 90’lı gencin kendi arşivlerinde yer alan görüntülere kendi aileleriyle yaptıkları röportajları ekleyerek ve de içine anlatımı güçlendirecek pasajlar koyarak hazırladıkları amatör denemeyecek kadar samimi ve oldukça başarılı bir belgeseldi. Sosyolojik olarak da bir dönemi anlatması bakımından çok değerli bir yapıt olmuş. Herkese tavsiye ederim. Detaylar için izlemeniz lazım. Anlatılmaz yaşanır ama ben yine de anlatacağım.

 
Belgeselin iki önemli unsurundan biri, 90’lıların eylem hali almalarının beklenmedik bir durum olmasıydı. Öyle ya gençlik dejenere değilmiş, gençlik pasifize değilmiş, gençlik apolitik değilmiş gezi direnişi bunu kanıtlamıştı. Bir diğer unsur ise 90’lıların ailelerinin onları eylem halinde bile yalnız bırakmamaları, destek olmalarıydı. Gezi parkında ailecek nöbet tutan insanlar, eylemdeki çocuğunu arkalarda dur diye tembihleyen aileler herkesi şaşırtmıştı. Gezi annelerinin oluşturduğu zincir de bunun somut kanıtıydı.

 

Çekimler gezi olayları sırasında yapıldığı için hikâyede herkes direniş yaptığı için mutlu, direnişin o aşk hali herkesin tebessümünde, ruhunda ışıldıyor ancak belgeselin sonunda gezi parkının dağıtılması yer almıyor ya da gezi ruhunun şimdilerde kaybolup kaybolmadığına dair bir fikir beyanı yok. Aslında olması da gerekmiyor. Çünkü bu, o gençlerin o dönemde yaşadıkları bir hikâye ve yalnızca bir dönemi anlatması rahatsız etmiyor.

 

İstanbul hanımefendisi anneanne, Taksim’in yerlisi Roman abi, tiyatrocu baba, meyhane sahibi olduğunu zannettiğim- zira arka planda Zeki Müren çalıyordu- hoş bir anne, mutaassıp ve de fikrini değiştirmeyeceğini beyan eden Anadolu babası, okumuş gençler, okumamış gençler, Zazaca şarkı patlatan Taksim’in sokak sanatçısı kadın, sarma saran ana-kız, kahvaltı sofrasında ana-oğul ve daha niceleri gezide yaşadığı deneyimleri anlattılar.

 


Ortak ses diyordu ki: “Gezi parkında bir sürü farklı kesimden insan bir arada yaşadık günlerce, birbirimize yardım ettik, aynı barikatı kurduk, aynı gazı yedik, aynı direnci gösterdik ey yanımdaki insan sen kimlerdensin demeden. Anti-kapitalist müslümanından LGBT’sine kadar ön yargısız bakmayı öğrendik birbirimize. Medyanın yandaşlığı ortaya çıktı, hiçbir haberi vermemesine sinirlendik. Yıllardır bu kanaldan dinlediğimiz haberleri sorguladık. Ailelerimizle ortak bir iletişim kurmamızı sağladı bu olaylar, ailelerimiz bizim bireyselleşmemizi kendi kararlarımızı almamızı olumlu karşıladı. Birbirimizi dinler, empati kurar olduk.”

 

Her şey bu kadar güllük gülistanlık değildi. Dananın kuyruğu ise şöyle kopuyordu: “Gezi sürecinde ve sonrasında bu kadar farklı kökenden insan, gruplaşmaya ve bireyselleşmeye başladı. Beraber direnmeye giden baba ile oğulun, ana ile kızın dahi direnme sebeplerinin farklı olduğu ortaya çıktı. Herkes başka bir şeye isyan edip gelmişti. Kızını, oğlunu direniyor diye takdir eden, çocuklarının fikirlerini dinleyen anne-babalar, yeniden kendi fikrini, kendi anısını tartışmaya açık olmayan bir şekilde anlatan ve çocuğuna fazlaca söz hakkı tanımayan kişilere dönüştüler.” Belgeselin sonunda yuvadan uçmak isteyen bu 90’lı kuşların bir yere kadar uçabildiğini ve sonrasında yuvaya geri döndüklerini gösteren bir sahne var en azından ben öyle anladım. Zaten gezi parkında da bir yere kadar yalnız direnebildiler, bir yerden sonra aileleri onları yalnız bırakmadı. Bir slogan bulduklarında bile anneleri yanlarındaydı. “Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda”.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder