Balkanlar yeniden beni çağırıyordu. Arnavutluk - Makedonya – Kosova turundan 1 ay sonra rotamı Belgrad’a çevirdim. En yakın arkadaşım, yoldaşımla bir maceraya daha atılıyorduk. 90’lardaki Bosna katliamı ve bir de bilmem kaçıncı Murat’ı savaş alanında sırtından hançerleyerek öldüren “Sırplı Miloş” yüzünden Belgrad’la ilgili ciddi ön yargılarım vardı. Olsun. Bu zamana kadar hiçbir ön yargım beni yolumdan çevirememişti ki. Şimdi de “Sırplı Miloş”a kızıp yorgan yakacak değildim. Belgrad’a uçtuk. Sırbistan vize istemiyor ama pasaportumda en az iki ay daha geçerli Schengen vizesi olduğu için kontrolden geçişim çok havalı oldu. Belgrad pasaport kontrol memurları beni prensesler gibi karşıladılar.
Biz
Bizim için gezmek genelde çok kolay olmaz zira her ikimizin de yer yön duygusu eser miktardadır, kaybolmaktan kendimizi alamayız. Bir yeri bulmak için 10 dk gerekiyorsa o yolu ters, çıkmaz ve ara sokaklara sapmak suretiyle 1 saatte gitmesini en iyi biz biliriz. Herkesin bir gezme tarzı var neticede. Bu gezide de tarzımızdan taviz vermedik. Allah’tan ayarladığımız apart Belgrad’ın İstiklal Caddesi Knez Mihailova üzerindeydi de zaman kısıtının üstesinden merkeziyetle geldik.
Şehir ve Komitacılar
Benim
gözümde Belgrad’ın en önemli 3 özelliği, eski bir Osmanlı kenti olması, eski
Yugoslavya’nın başkenti olması, bir de tüm marketlerde ve lokantalarda Ajvar (okunuşu:
ayvar) bulunmasıdır. Şehre adım
attığımızda karnımız çok açtı, aldığımız malumat doğrultusunda Kalemegdan’a (Kale
Meydan) giderken solda “soru işareti” adında bir lokantaya girdik. İçerde
sigara içilmesine sinirlendiğim bir esnada yan masadaki amcalar dikkatimi
çekti. Masanın yaş ortalaması 78 civarıydı. Dönem filmi kostümü kıvamındaki en
iyi ihtimalle 40 sene önce dikilmiş takim elbiselerini yan taraftaki
askılıktaki dizi dizi fötr şapkalar tamamlıyordu. Sinekkaydı tıraşlı yüzleri,
özenle ütülenmiş beyaz gömlekleri ve gerçekten o elbiselerin içerisine hiç
yakıştıramadığım battal boy kravatlarıyla ben deyim ikinci dünya savaşının sonu
siz deyin komünist dönemin yükseliş devri, işte oralardan bir yerlerden
fırlayıp gelmiş gibiydiler. Ne
dediklerini kesinlikle anlamıyordum ama başlarının üzerindeki sigara dumanından
bulut da kadraja eklenince, bana komitacı amcalar sarsıcı bir eylem planı
üzerine tartışıyorlar gibi geldi.
Kale Meydan’daki Hacılar
Hayatımızın
anlamı, Balkanların en kıymetli lezzeti, kırmızı biberden yapılma bir meze olan
“Ajvar” ve Cevapcici” denen köfteleri yedikten sonra kendimizi Osmanlı
döneminin izlerini taşıyan Kalemegdan’ın huzur verici tarihi dokusuna ve gün
batımı temalı Sava nehri manzarasına bıraktık. Bu büyülü
dünyadan gerçek hayata dönüşümüz çok uzun sürmedi. “Hacot (hacı anlamında), can
you take a photo of us” dediğimiz adamın “çekiyoruuumm” diye bize cevap
vermesiyle şoklandık. Bundan sonraki hayatımızda “Hacot” zararsız bir sesleniş
olarak kendi halinde yaşamaya devam etti.
Florasan ve Yaşam Arasındaki İnce Çizgi
Hava
soğuktu, Balkanlar’ın meşhur soğuk hava dalgasıyla şahsen tanışma fırsatı
bulduk. Tanıştığımız bir diğer şahsiyet ise Sırbistan’ın dünyaya mal olmuş ünlü
fizikçisi Nikola Tesla’ydı. Elektrik dağıtım sistemi gibi elektrikle alakalı
sayısız buluşuyla dünyamızı ışıtan Nikola Tesla’nın müzesinde rehberin
ellerimize tutuşturduğu floransanlara verdiği yüksek dozda elektrik, iyiki bizi
kömür etmek yerine yalnızca florasanları yaktı. Ne de olsa gençtik, yaşanacak
daha çok şey vardı. Müzeden sonra “yaşama” kadeh kaldırmak üzere tripadvisor
ödüllü Little Bay restoranına gittik. Eski bir tiyatrodan bozma restoranın üst
katındaki localarda oturamasak da tek boş yer olan piyanist ve kemancının
yamacındaki küçük masamızda hem yemeye hem müziğe doyduk. Eski Camlar Bardak Olmuş
Muhtelif müze, kilise ve eski binaya ek olarak Yugoslav Tarihi Müzesi ile Tito’nun mezarının bulunduğu Çiçekli Evi de gezdik. Eski Yugoslavya’da neler olup bitmiş, eski fotoğraflara ve eşyalara bakarak ucundan kıyısından anlamaya çalıştık. Müze çıkışı sokakta yürürken de Zara, Mango, Sephora vesaire kapitalizmin gülü mağazalara uğramayı ihmal etmedik. Yaşadığımız kültür şokunun haddi hesabı yoktu. Kalemegdan’da dolaşan Türkler, restorandaki komitacı amcalar, demir perde yılları, kapitalizmin askerleri markalar, ve sokakta keman çalarak, yün patik, el işi masa örtüsü, resim satarak geçimini sağlamaya çalışan fakir ama gururlu halk.
Son Akşam Yemeği ve Kapitan Koça
Bu
kadar yükleme fazla gelmişti, son gecemizde Skadarlija sokağındaki akordeonlu, klarnetli
fasıl ekipli mekânlardan birine gitmeye karar verdik. Tüm mekanların isimleri Kiril
alfabesiyle yazılmıştı, birbirlerinden de bir farkı yok gibiydi. O mu bu mu
derken bir yere girdik. İçeri adım attığımızda Balkan müzikleri eşliğinde eğlence
başlamıştı bile. Masadaki Amerikan servislerin üzerinde Mustafa Kemal’in
Manastır Askeri İdadisi’ne giderken çektirdiği üniformalı fotoğrafına benzeyen
bir baskı vardı. Dönemin Osmanlı askerinin fotoğrafının Osmanlı’ya karşı ayaklanarak
bağımsızlığını ilan eden Sırbistan’da ne işi olabilirdi? Hayretler içinde
kaldık ve hemen garsona bu adamın kim olduğunu sorduk. Kapitan Koça diye Osmanlı’ya
karşı ayaklanan ünlü komitacılardan biriymiş. Zaten mekânın adı da Kapitan Koça’ymış.
Ufak bir şaşkınlık yaşadıktan sonra dönemin üniforma modası buymuş diyerek
güzel akşamımıza devam ettik. Kapitan Koça da bize masanın üstündeki suretiyle
eşlik etti. E bir kadeh de onun için kaldırmamak ayıp olurdu.Yolun Sonu
Gecenin ilerleyen saatlerinde turist olduğumuzu anlayan yan masadaki Sırp ekiple masadan masaya Sırp-Türk ortak tarihi, ortak yemeklerimiz, ortak kelimelerimiz üzerine sohbet etmeyi ihmal etmedik. Tasmegdan’ın ve Kalemegdan’ın Türkçe olduğunu, taş meydan ve kale meydan anlamına geldiğini söylediğimizde çok şaşırdılar. Biz de yan masadakilerden birinin adının Miloş olduğunu öğrendiğimizde çok şaşırdık. Vesselam Miloş’la başlayan gezi Miloş’la nihayete erdi. Biz Belgrad seyahati diye yola çıkmıştık ama resmen zamanda yolculuk yaptık. Çok da iyi oldu çok da güzel oldu.