2 Aralık 2014 Salı

Bosna Hersek_Saraybosna_ Mostar_ Hüznü Güzelliğinde Gizli

Neden Bosna? _ Saraybosna’ya ve Mostar’a Gitmek için 10 Sebep

Balkanlar sevdamın sönmemiş olması, Balkanlar rotamın tamamlanmamış olması, vizesiz gidebilme lüksü, 4 günlük Bayram tatilini geçirmek için ideal bir yer olması, arkadaşımın anne tarafından Boşnak olması ve memleketini merak etmesi, Osmanlı ve Yugoslav izlerinin cazibesi, “cevapi ya da cevapcici” dedikleri köfteyi ve közlenmiş kırmızı biberden yapılan “ajvar”ı yeniden yemek arzusu, Mostar köprüsü romantizmi, 1990’larda Avrupa’nın göbeğinde akıl almaz insanlık suçlarına maruz kalmasının derin hüznü ve güzel Saraybosna’nın güzel insanlarıyla tanışmak isteği beni Saraybosna’ya götürdü.


Mostar Köprüsünden
Kuşbakışı Sarajevo


Balkanlardan Gelen Soğuk Hava Dalgası

Sabah havaalanında tanıştım Saraybosna’nın Balkancasıyla Sarajevo… Yeni bir kelimeye alışmaya çalışırken birden çılgına döndürdü kafamdaki bir deli soru beni. Hava Ekim’de tabi ki soğuktur da acaba 55 Fahrenheit kaç Celcius’tur? Celcius eşittir Fahrenheit eksi otuz iki bölü bir nokta sekiz. Sarajevo’da bulutlu ve 13 derecelik bir hava karşıladı bizi. Eee tabi karşılama komitesi bu kadar değildi. Kiraladığımız apartman dairesinin sahibi ve minik oğlu Adrian bizi havaalanından alıp güzel arabalarıyla ünlü Başçarşija’nın göbeğindeki 4 gecelik yeni evimize, ApartmentsProtin Sokak’a götürdü. Böylece bir Balkan seyahatine daha prensese bağlayarak başlamış olduk.
55 F = 13 C
Sarajevo Sokakları

Ev sahibinden aldığımız malumat doğrultusunda üst komşularımızın da Türkiye’den geldiğini öğrendik. Yine Balkanlar yine Bayram yine Türkler… Balkanlarda bir bayram klasiğiyle bir kez daha karşı karşıyaydık işte. Bu bilgiyi bir kenara not ederek şehirde gezmek için kendimizi sokağa attık. Yoldan gelmiştik açtık, bir şeyler yememiz gerekiyordu. Önceden edindiğimiz tavsiyeler doğrultusunda Dveri isimli lokantayı aramaya koyulduk. Ama arayamadık. Çünkü restoran hemen evimizin kapısının sol çaprazından bize bakıyordu. İçerisi harika döşenmişti ve söylediğimiz her yemek çok ama çok ama çok lezzetliydi. Ekmek istediğimizde gelen sıcacık ev yapımı poğaça kendimizden geçmemize neden oldu. Bu güzel yemek, güzel ev yapımı kırmızı şarap eşliğinde anılarda yerini aldı.




Güveç ile bir tür şinitzel
Yemekten sonra başladık sokakları arşınlamaya. Ne kadar da Osmanlıydı her yer. Sebij dedikleri çeşme, camiler, hanlar, kahveler, nargile içilen dükkanlar, her yerde buram buram köfte dumanları, ayran diye tabir ettikleri sıvı yoğurt ve dizi dizi bürekçiler… Tüm bu manzaraları seyrederek Saraybosna’nın İstiklal Caddesi Ferhadiye’ye kadar geldik. Ferhadiye caddesinde karşılıklı olarak mağazalar, cafeler, sonlara doğru da katedral ve katliamda hayatlarını yitirenlerin anısını yaşatan “sönmeyen ateş” bizi selamladı. Hava soğuktu ama sokaklardaki masalar sandalyeler henüz kalmamıştı. Belki de hiç kalkmayacaktı. Adamlar bizzat Balkanlarda yaşıyor zira. Soğuk komaz onlara.








Ferhadiye caddesinde öyle bir nokta vardı ki sol tarafı minik bir parkın içerisinde satranç oynama alanına, sağ tarafı ise Srebrenica sergisine bağlanıyordu. İlk günümüzdü, satranç bizi kendine çekti. 10-15 amca yerdeki bir satrancın başında, filleri, piyonları kucaklayarak sırayla ve büyük ciddiyetle oyun oynuyorlardı. Bir süre onların hevesini, kafa karışıklıklarını, heyecanını izlemek suretiyle şehrin ruhunu damla damla içimize çektik.




Yorgunluk Kahvesi

Üşüyüp girdiğimiz bir kafede yine bir Balkan klasiği koca bir sigara dumanı bulutu karşıladı bizi. Dumanları savuşturunca, sesleri de ayırt etmeye başladık, bir de ne görelim, kafe silme Türk dolu. Mekanın kalabalıklığı Türk tur grubundan kaynaklanıyormuş. Bir adım dahi atmaya mecalimiz olmadığından mecbur oturduk. Menüde hem Türk kahvesi hem de Boşnak kahvesi vardı. Günün anlam ve önemine uygun olsun diye “Bosna kahva” söyledik. Bir minik bakır cezve, bir fincan ve bir kap kırtlama şeker eşliğinde yapılan sunum çok etkileyiciydi. Bir cezveden yaklaşık iki fincan kahve çıkması da ayrıca mutlu etti beni. Üzerimize sinen sigara kokusu ve ağızlarda kalan hoş kahve tadıyla oradan ayrıldık. Burada bir not düşmek isterim: “Bosna Kahva” fal bakımına uygun değildir zira fincanı kapatabileceğiniz bir fincan altı yoktur.



Sarajevo’da Bayram Başkadır
                           
Bayram sabahına uyandık, Ajvar, zeytin, yumurta, peynir, ekmek ve % 100 doğal greyfurt suyu eşliğinde harika bir kahvaltının ardından biraz muzırlık yapmak üzere Türk üst komşularımıza bir bayram notu yazmaya karar verdik. “Geldik bulamadık, iyi bayramlar…” konulu notumuza cevap gelecek miydi? Komşularımız kimlerdi? Komşulara yakalanmadan notu kapılarına bıraktık ve kaçtık.

Bayram Notu

Dışarısı festival tadındaydı, inanamadık. On beşinden doksanına kadar tüm erkekler takım elbiseliydi, kadınlar ise ölümüne bakımlıydı. Tüm Boşnaklar bayramlıklarıyla sabahın erken saatinden itibaren sokaklarda gezmeye başlamıştı. Adeta şehirde büyük bir balo vardı.

Bayramın ilk günü ne yapılırsa biz de öyle yaptık. Şehirdeki tüm mezarlıkları ziyaret ettik. Çok dokunaklıydı. Hem kavuklu eski Osmanlı mezar taşları vardı hem de yenileri. Yenisiyle eskisiyle tüm Bosnalılar beraber koyun koyuna yatıyordu. Bosna’nın babası, en muhterem devlet başkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarında karşılaştığımız dede bu kasvetli, üzüntülü havayı biraz olsun dağıttı. Türkçe konuştuğumuzu duyunca yaklaştı, nereden geldiğimizi sordu ve sonra bizi hiç dinlemedi. Başladı anlatmaya, İstanbul - Antalya süper! Tatil süper! Sarajevo çok iyi! Bayram şerif mübarek olsun dileklerimizi karşılıklı ileterek canım dedemle bir şekilde vedalaşmayı başardık.


Sokaklarda az daha dolaştıktan sonra bir parça dinlenmek üzere evimize doğru yola koyulduk. Evde Balkan müzikleri eşliğinde çekirdek çitlerken birden kapı çaldı. Göz göze geldik arkadaşımla, anladık ki sabahki bayram notu bir şekilde bize dönmüştü. Neyle karşılaşacağımızı bilemiyorduk ama en paçoz halimizde olduğumuz kesindi. Pijama terlik stayla kapıya yöneldik. Kimdi gelen? Biscolata? Eğer öyle ise pijamalarla hiç şansımız kalmamıştı. Umutlar, hayaller heyecanlar bir anda yarım kalduı. Kapıda iki kız çipil çipil bize bakıyordu çünkü. Biz ne kadar şaşkınsak ve karışıksak onlar da bir o kadar mutlu ve netti. Notumuza çok sevinmişler. Biz de onların sevindiğine sevindik, şaşkınlığımızı attıktan sonra tabi ki. Bu bayram gününde gurbet ellerde iki Türk ekip tanıştık bayramlaştık. Komşuluk ölmemiş işte…      

 Acı Günler

Bu kez yol bizi Ferhadiye caddesinin sağ tarafından Srebrenica sergisine götürdü. Sergi alanında izlediğimiz belgesel tüyler ürperticiydi. Srebrenica katliamını, hiç dinlememiştim daha önce. Sayılar, istatistikler söz konusu değildi artık. Sesler kalbime dokunuyordu, gözler içime işliyordu, hikayeler canımı acıtıyordu. Oğula, kocaya, eşe söylenen son sözler, son bakışlar, son sarılmalar ve de hiç dillenememiş haykırışlar, isyanlar... Duvarlardaki fotoğraflara ancak göz ucuyla bakabildim. Bir an önce oradan kaçmak istedim. Sergiden çıkarken başka biriydim sanki. “Unutma!” yazıyordu fotoğrafların birinde. Artık aklımda bir soru daha vardı. Unutmak mı yoksa unutmamak mı daha iyi?








Mostar

Bosna demek biraz Sarajevo en çok da Mostar demek. Mostar gözümün ışığı, ruhumun canı, kalbimin ağrısı… Yıllardır aşkla gitmeyi düşlediğim Mostar yalnızca iki buçuk saat uzağımdaydı. Otobüse bindiğimiz gibi Mostar’ın yolunu tuttuk. Yine kuşlar ağaçlar, yemyeşil dereler, ovalar, tepeler, bin bir renkli doğa eşlik etti bize yol boyunca. Mostar ise tam bir efsaneydi. Tüm hücrelerimde hissettim Mostar’ı. Köprünün taşları, taş sokaklar, taş evler, nehrin suları sarıp sarmaladı beni. Köprüden atlayan adamıyla, tablo satan esnafıyla, dantel ören kadınlarıyla, köftesiyle, birasıyla, dokusuyla, rengiyle, nehriyle, kutu gibi evleriyle, hüznüyle, vakurluğuyla, asaletiyle yine geleceksin buraya diye kulağıma fısıldadı. Dönmek istemedik ama mecburduk. Çok karışık duygularla, daha gitmeden özlemle ayrıldık Mostar’dan.
Yol boyu uyumuşuz. Muavin bizi uyandırdığında otobüste kimsecikler yoktu. O an yıkıldık. Uyku sersemi muavine sordum amca bura Sarajevo, öyle değil mi? Adam dedi Tuzla. Şaka mı bu dedim. Amca hiç de şaka yapar gibi değildi. O kadar yorgundum ki Tuzla’da bir otel bulup uyumak acil durum planlarım arasında en parlak olanıydı. Ya da canımızı dişimize takıp tekrar Sarajevo’ya gitmenin bir yolunu bulacaktık. Gayet üzgün bir şekilde montları giyip eşyalarımızı toparlarken amca kahkahayı koyverdi. Dedi bura Sarajevo. Amca dedim Allah da seni bildiği gibi yapsın. Önce eşeği kaybettik sonra bulduk. Böylece hem ayıldık hem de halimize şükrettik. Hemen tramvay durağına gidip Başçarşija tramvayını beklemeye koyulduk. Bir anne ile 5 yaşlarındaki kızı da bizimleydi. Küçük kız başladı bize gülmeye. Ama teker teker gelin yahu. Bizim de sinirler gevşedi haliyle. Son yorgunluk izlerini de küçük kızın kahkahasıyla silmiş olduk. Mutlu mesut evimize döndük.


Makedonya’dan Arkadaşlar

Tam bir sene önce Makedonya’ya giderken yolda kaldığımızda Tiran’da tanıştığımız, beraber araba kiraladığımız, bizden yardımlarını esirgemeyen centilmen Türk arkadaşlarla Bosna’da yeniden karşılaştık. Türkiye’de hiç görüşemezken yollarımız bir günlüğüne de olsa yine Balkanlar’da kesişmişti. Onlar da bayram tatili için Sarajevo’yu tercih etmişler. Bu sefer önceden haberleştik. Sabah kahvaltısı için Bürekçide buluştuk. Sarajevo müzesine ve Ferdinand’ın vurulduğu Latin köprüsüne gittik. Oradan da doğruca savaş sırasında hayatta kalmak için gizlendikleri, gıda yardımı alabildikleri ve güvenli bölgeye gitmenin tek yolu olan savaş tünellerini ziyaret etmek için Ilıca’nın yolunu tuttuk. Tramvayla Ilıca’ya vardıktan sonra taksiyle Savaş Tünelleri’ne gittik. Yine bir miktar hüzün ve yine çeşitli sorular benimleydi. Tünel’den ayrılırken Ilıca’ya gitmek için debelenirken bir abiyle tanıştık. Bosna savaşı sırasında yemek ve cephane taşıdığı kamyonetini bize gösterdi.  Sonrasında acıklı ve aynı zamanda heyecanlı birkaç hikayesini anlattı. Zamanının çılgın ve korkusuz şoförü arkadaşımız oluverdi. Bizi Ilıca’ya kadar bıraktı. Yolda da bol bol hayata dair nasihatlar etti bize. O kısımlar çok eğlenceliydi. Sırayla her birimize fütursuzca yüklendi. Çünkü adam yaşlarımızı duyunca irkildi. Ona göre kızlar acilen evlenip bebek doğurmalıydı. Beyler ise acilen kız arkadaş edinmeliydi. Bizim abi zamanında nasıl direndiyse biz de abiye direndik. Konuyu bir şekilde kapattık. Zaten Ilıca’ya gelmiştik bile. Ilıca’da hem abiden hem de centilmen arkadaşlarımızdan ayrıldık. Bir sonraki karşılaşmamız kim bilir nerede ne zaman olacaktı.       





Dönüş

Son günümüzde arkadaşımızın blogunu okuduk. Gezmelerdeyim.com. Sarajevo’da görmediğimiz yapmadığımız bir şey kalmasın diye. Her şeye tik attık ama bir şey hariç: kuru et Stelja. Onun satıldığı Pazar, biz her gittiğimizde kapanmış oluyordu. Bu sefer son dakikada yakaladık ve o enfes pastırma Stelja ile sucuk alma fırsatını yakaladık. Marketten de ajvar ve bir şişe Bosna şarabını alarak çantamda dönüş için hiçbir eksik bırakmadım.

Dönmeye dönüyorduk ama güzel Sarejova’ya veda etmek içimizden gelmiyordu. Yazın gerçekleşecek Sarajevo film festivali için yeniden gelmek üzere yeşil tepelere, Sebij’le, Başçarşiya’ya, güvercinlere, Latin Köprüsüne, şehirden geçen nehire, gittiğimiz gün yüzünü göstermeye karar veren güneşe, dumanı tüten Bosna kahvesine söz verdik.


Faydalı Bilgiler

Sene Ekim 2014

Transfer 10 Euro.

Apartments Protin Sokak’ın geceliği 40 Euro.

11’de gitmeli 18’de dönmeli Mostar biletimize git gel kişi başı 30 Euro verdik, Otobüse otogardan bindik. Otogara ise tramvayla gittik.

Günü bitirirken ise gençlerin takıldığı yerlere uğramayı es geçmedik. Sarajevo’yu gecesiyle gündüzüyle yaşamaya ant içmiştik adeta. Bu yolda Cheers Pub, City Pub ve bira fabrikasının barı sevdiğimiz mekanlar arasında yerini aldı tabi. Ama ille de bira fabrikası. Görmeden dönmeyin.

Hikayede geçen lokanta Dveri’ye mutlaka gidin. 

Köfte her yerde var zaten.

Sokakta satranç oynayın, ya da oynayanları izleyin.

Kuru et stelja ve sucuk alın.

Börek pişirilen fırınlar çok özel, fotoğraf çekmek isteyenlere duyurulur. Ama börekte pek bir numara yok. Annem de çok güzel börek yapar.